“Hocalı’da, sadece cesetler kalmıştı”
Tarih boyu bölge imparatorluklarının sınırları içindeki topraklarda dağınık şekilde yaşamış Ermeniler, ilk kez insanca ve onurlu yaşam hakkına Türklerin idaresi altındayken kavuşmuştur. Fatih Sultan Mehmet döneminde Ermenilerin dini, sosyal ve kültürel faaliyetlerini kolay şekilde yürütebilmeleri için Ermeni Patrikliği kurulmuştur. İran’daki Ermeniler de yine buradaki başka bir Türk hanedanı tarafından himaye edilmişlerdir. 1605 yılında Safevi hanedanından Birinci Şah Abbas’ın fermanıyla, ülkede dağınık halde yaşayan Ermenilerin bir arada yaşayabilmeleri maksadıyla İsfahan şehrine yakın bir bölgede Yeni Culfa şehri inşa edilmiş, burada yaşayan Ermeniler için kilise ve manastır tesis edilmiş, onlara dış ticaretle uğraşmaları amacıyla geniş ayrıcalıklar tanınmıştır. Gerek Osmanlı, gerekse İran’da, neredeyse ayrıcalıklı tebaa durumundaki Ermeniler, kendilerine tanınmış ekonomik ve sosyal imkanları kullanarak, Avrupa’da Hıristiyan dünyasından destek bulma arayışı içine girmiş, fakat her hangi bir destek alamamışlardır.
19. yüzyılın başlarında Rusların Kafkaslardaki yayılmacılık politikası, Ermenilere, bekledikleri fırsatı sundu. Ayrıca Rusların bölgedeki çıkarlarını sağlamak için Ermenileri kullanma stratejisi hızlı bir şekilde bölgede bir “Ermeni sorununun” doğmasına vesile oldu. 1802 yılında Çar I. Aleksandır, General Sisyanov’a gönderdiği mektupta “Ermenilerin Azerbaycan hanlıklarına karşı kullanılması” talimatını vermişti.
19. yüzyılın başlarında Azerbaycan halkının tarihinde büyük musibet yaşandı. Güney Kafkasya’yı işgal etmeğe çalışan Rusya İmparatorluğu ve Kaçarlar arasındaki kanlı savaşlar sonucunda Azerbaycan’ın tarihi toprakları 12 Ekim 1813 tarihli Gülistan ve 10 Şubat 1828 tarihli Türkmençay anlaşmalarıyla ikiye parçalandı. Türkmençay Anlaşması gereği İrevan ve Nahçivan hanlıkları dahil Araz nehrinin kuzeydeki topraklar Rusya’ya, güneydeki topraklar ise Kaçar yönetimine geçti. Mart ayının 20’sinde anlaşmayı onaylayan Rus Çarı I Nikolay, anlaşmanın hemen ardından Ermeni Vilayetinin oluşturulmasına dair ferman verdi. Bu ferman gereği 7331 Türk ve 2369 Ermeni nüfuslu İrevan şehri de “Ermeni vilayeti”ne dahil edildi. Bu tarihten itibaren Osmanlı ve İran’dan çok sayıda Ermeni Kafkaslara, Azerbaycan Türklerinin yaşadıkları bölgelere göç ettirilmeğe başladı. Sadece 1829-1830’lu yıllarda Nahçivan, Karabağ ve İrevan’a İran’dan 40 bin, Osmanlıdan ise 84 bin 600 Ermeni getirilerek yerleştirildi. Şunu belirtmekte fayda vardır ki yeni oluşturulmuş “Ermeni Vilayeti»nde 1111 köyden sadece 62 sinde Ermeniler yaşıyordu. Bunların ekseriyeti 1828 yılında gelerek yerleşmiş Ermenilerdi. Söz konusu 62 köyün sadece 14’ünün ismi Ermeniceydi. Bu süreçte Çarlık yönetimine karşı olan çok sayıda Müslüman, Azerbaycan’ın diğer bölgelerine ve Osmanlı’ya göç etmek zorunda kaldı. Böylece Rusya’nın Kafkaslardaki Ermeni iskânı siyasetiyle bölgede ve özellikle Karabağ’daki etnik yapı değiştirilmeğe çalışıldı. Ayrıca 1836’da bağımsız Alban Kilisesinin feshedilerek, Ermeni Grigorian Kilisesine devredilmesi de Azerbaycan’ın en eski halklarından olan Hıristiyan Albanların, Grigoryanlaşmasına ve Ermenileşmesine yol açtı. Daha sonra 1911 yılında Rus araştırmacı Şavrov şöyle yazmaktaydı: “Halihazırda Güney Kafkasya’da yaşayan 1 milyon 300 bin Ermeninin 1 milyondan fazlası yerli halk değildir ve buraya bizim tarafımızdan göç ettirilmiştir.”
19. yüzyılın sonlarından itibaren Ermeni çeteleri silahlanarak, yerleştikleri bölgelerden Türkleri çıkarmağa başladılar. İlk büyük mezalimler 1905-1907 yıllarında yaşandı. 1917 yılında Rusya’da Şubat Devriminin gerçekleşmesiyle yeni tarihi ve siyasi durum meydana geldi. Transkafkasya’nın yönetimi için girişilen teşebbüsler 10 Ocak 1918’de Transkafkasya Seym inin kurulmasıyla sonuçlandı. 9 Nisanda Seym, Transkafkasya’yı bağımsız, demokratik, federatif bir Cumhuriyet olarak ilan etti ve ilk hükümeti oluşturdu. Fakat Transkafkasya Cumhuriyeti bölgedeki istikrarı sağlamakta başarısızdı. Nitekim Azerbaycan halkına karşı soykırım cinayetleri 1918’de daha da tırmandı. Sadece 1918 yılı Mart-Nisan aylarında Bakü, Şemahi, Guba, Muğan, Lenkeran’da ve diğer bölgelerde Ermeni-Bolşevik silahlı çeteleri 50 binden fazla Türkü katlettiler ve onbinlerce insan mülteci durumuna düşürüldü. Bu dönemde Bakü, Ermeni Şaumyan’ın liderliğinde Bakü Sovyet’i hükümetinin denetimindeydi. Türklere karşı düşmanlık Ermenlileri, siyasi mensubiyetine bakılmaksızın bir araya getirmişti. Taşnak, Bolşevik ve diğer Ermenilerin Bakü’de mart ayının 31 inden başlayarak üç gün devam eden kıyımı gerçek bir soykırım örneği idi. Tepeden tırnağa silahlanmış Ermeni askerleri Müslümanlara saldırıp, özellikle kadınları ve çocukları acımasızca öldürüyorlardı. Bakü’de öldürülen Müslümanların sayısı 30 bin’di. Arşiv belgelerinde kulakları, burunları ve diğer azaları kesilmiş 57 kadın cesedinin bulunduğuna dair bilgiler yeralmaktadır. Kulner soyadı bir Alman, Bakü olaylarıyla ilgili 1925’de şöyle yazar: «Ermeniler, Müslümanların yaşadıkları mahallere girerek herkesi öldürüyor, kılıçla parçalıyor, delik deşik ediyorlardı. Kıyımdan birkaç gün sonra bir çukurdan çıkarılmış 87 Türk cesedinin karınları yırtılmış, kulakları, burunları, cinsel organları kesilmişti. Ermeniler çocuklara acımadıkları gibi yaşlılara da merhamet etmiyorlardı».
İç ve dış siyasete ilişkin Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan temsilcileri arasındaki görüş ayrılıkları sonucunda 26 Mayıs 1918’de Gürcistan’ın kendi bağımsızlığını ilan etmesiyle, Transkafkasya Cumhuriyetinin varlığı sona erdi. 27 Mayısta Seym’in Azerbaycanlı milletvekilleri toplanarak “İstiklal Beyannamesini” kabul ettiler. İstiklal Beyannamesine göre “…Güney ve Doğu Transkafkasya’dan ibaret Azerbaycan egemen ve bağımsız devletti.” Mayıs ayının 29’da ilan edilmiş Ermenistan Cumhuriyeti ise merkezi İrevan şehri olmakla birlikte 10 bin km2 Azerbaycan toprakları üzerinde kuruldu. Bu tarihte Ermenistan’ın nüfusu 795 bin Ermeni, 575 bin Müslüman ve 140 bin diğer milletlerden oluşmaktaydı. Ayrıca başkent İrevan’ın nüfusunun %70’i Türk iken, Ermeni nüfus sadece %30’du.
1920 yılı Nisan ayının 27’sinde Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti, Rusya’nın Kızıl Ordusu tarafından yıkıldı. Sovyet hükümeti Azerbaycan topraklarının 20 bin km2’sini Ermenistan’a dahil etti. Bu toprakların ister coğrafi isterse siyasi ve tarihi açıdan Ermenilerle hiçbir ilgisi yoktu. Bu karar sonucunda Azerbaycan’ın Hahçivan bölgesi coğrafi olarak Azerbaycan’dan ayrılırken, Türkiye ve Azerbaycan, dolayısıyla Türk dünyası arasındaki coğrafi bütünlük ortadan kaldırılmış oldu. 1923 yılı Temmuz ayının 7’sinde Azerbaycan sınırları içinde idari merkezi Hankenti olmak suretiyle, Dağlık Karabağ Özerk Eyaleti oluşturuldu. Oysa Ermenistan sınırları içinde yaşayan 300.000’den fazla Azerbaycan Türküne her hangi bir özerklik hakkı tanınmadı.
Sovyetler Birliği döneminde Ermenilerin Karabağ’la ilgili talepleri gerçekleşmediyse de Ermenistan’dan Azerbaycan Türklerinin çıkarılması yönünde başarılı oldular. İkinci Dünya Savaşı sonrası Moskova’nın politikası SSCB dışında yaşayan Ermenilerin Ermenistan’a yerleştirilmesi istikametindeydi. Ermeni yönetimi yeni yerleşimciler için yer olmadığını bahane ederek Moskova nezdinde girişimlerde bulunarak Azerbaycan Türklerinin Azerbaycan’a göçürülmesini öngören kararın alınmasını sağlayabildi. Karar gereği, 1948-1950’li yıllarda Ermenistanın dağlık bölgelerinde yaşayan 100 bin Azerbaycanlı “isteğe bağlı” Azerbaycan’ın Kura-Aras ovasına göçürülecekti. Fakat gerçek “isteğe bağlı” olarak değil, zorunlu şekilde bir göçürme söz konusuydu.” Karardaki “isteğe bağlılık” ilkesiyle göçürme olayına “insancıl” görünüm vermek isteniyordu.
Oysa bu kararın uygulandığı Vedi, Göyçe, Basarkeçer’de binyıllar boyu yaşamış Türk nüfusun söz konus karara münasebeti tamamen farklıydı. Ermenistan SSC İçişleri Bakanlığının 3 Mayıs 1948’de hazırladığı, göçürülecek ahalinin tutumunu yansıtan ve Bakan Grigoryan tarafından imzalanmış 11 sayfalık raporda şöyle denilmekteydi: “Tarafımızdan Azerbaycanlıların söyledikleri, onların yeni iskan yerine gitmek istemedikleri, bazıları mezarlığa giderek doğmalarının mezarları başında ağlamalarına dair bir çok olay tespit edilmiştir. Azerbaycanlılar yakınlarının mezarı başında durarak göçürülmemeleri için dua ediyorlar.
7 Ağustos 1948’de Politbüronun kararla ilgili yapılan müzakeresi yurtdışındaki Ermenilerin Ermenistan’a göçürülme politikasının başarısızlıkla sonuçlandığını ortaya çıkarda. Nitekim bu karar doğrultsunda Fransa’dan gelenlerin sayısı 2000’den, Suriye ve Lübnan’dan gelenlerin sayısının 3500’den, ABD’den gelenlerin sayısının 750’den fazla değildir. Yurt dışından gelen Ermeniler sınırdışı edilmiş Azerbaycanlıların köylerinde kalmak istemezken genelde büyük iskan birimlerinde yaşamağı tercih ediyordu. O yüzden Azerbaycan Türklerinin yaşadığı çoksayıda köy kimsesizliğe terk edildi. Önceler Azerbaycanlıların yaşadıkları 476 köy boş kalarak harabeye dönüştü. Ermenistan yönetimi Azerbaycan Türkleri yaşamaktansa, köylerin harabeye dönüşmesini tercih etmişti.
1985 yılında Sovyetler Birliğinde Mihail Gorbaçov’un başlattığı “perestroyka” politikası Ermenileri yeniden cesaretlendirdi. Ermenilerin Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’dan koparılarak Ermenistan’la birleştirme çabaları Azerbaycan toplumunda büyük yankı uyandırdı. Bölgede tırmanan huzursuzluğu yatıştırmak için Moskova 12 Ocak 1989 yılında, Karabağ’ın yönetimi için özel bir komite kurdu. Bu Özel komite, Ermeni yanlısı bir siyaset yürütmekteydi ve aslında Karabağ’ın Azerbaycan’dan koparılmasında yeni bir hamle idi. 1 Aralık 1989 günü Ermenistan Parlamentosunun Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’a bağlamak üzere karar alması, Azerbaycan’daki politik gerilimi had safhaya çıkardı.
6 Aralık’ta Azerbaycan Parlamentosunun karşı karar alarak, Ermenistan’ın kararını geçersiz ve yasadışı sayması gerginliği dindiremedi. 1989’da bizzat Ermeniler tarafından organize edilmiş Sumgayıt olayları, 1990 yılında Bakü’de protesto gösterileri sırasında, Ermeni milletinden olan vatandaşların öldürüldüğünü bahane eden Kızıl Ordu birlikleri, 19-20 Ocak’ta, içlerinde kadın ve çocukların da bulunduğu sivil halkı katletti. Birkaç gün içinde 137 kişi öldürüldü, 700 kişi yaralandı ve 800’den fazla kişi kanunsuz olarak tutuklandı.
26 Kasım 1991’de Azerbaycan parlamentosu, Dağlık Karabağ’ın özerk eyalet statüsüne son verdi. 1991 yılı Eylül ayının 2’sinde Ermeniler Azerbaycan Cumhuriyeti sınırları içinde kanunsuz olarak Dağlık Karabağ Cumhuriyeti nin kurulmasını beyan ettiler. Dönemin Azerbaycan yöneticilerinin Moskova’ya çok güvenmesine rağmen, Rusya bu olaylarda devamlı Ermenilerin yanında yer alarak onları silahlandırdı. 20 Kasım 1991’de Azerbaycan Parlamentosu üyeleri ve üst düzey yöneticilerin bulunduğu helikopter Ermeniler tarafından düşürüldü.
Bu olayda çok değerli diplomatlar ve gazeteciler hayatlarını kaybetti. 1992 yılına gelindiğinde, Azerbaycan’da siyasi durum çok gergindi. Diğer taraftan Karabağ’da Azerbaycanlıların yaşadıkları yerleşim birimlerinin Ermeniler tarafından işgali hızlanmıştı. Aslında Ermeniler Hocalı şehri işgali için bir hazırlık içindeydiler. Azerbaycan için stratejik öneme sahip olan Hocalı, 1990 yılında şehir statusü almıştır. Dağlık Karabağ’da bulunan tek havaalanı burada idi. Dağlık Karabağ’ın siyasî merkezi olan Hankenti’nin elektrik hattı, Bakû-Hankenti demir yolu, Baku-Şuşa karayolu Hocalı’dan geçiyordu… Maalesef Azerbaycan hükümeti tarafından bu kadar büyük öneme sahip bir mıntıkanın savunması, gereken düzeyde organize edilemedi. Şehrin savunmasını organize eden yetkililerin Baku’ye yazdıkları içi yakarış dolu mektuplar, saldırı öncesi durumun ne kadar vahim olduğunu göstermekteydi. 1991 yılı Ekim ayından itibaren Hocalı’ya tek ulaşım havadan idi. Buraya son helikopter ise 13 Şubat 1992’de gelmişti. Yemek, yakıt ve mermi stokları tükenmişti. Şehir korumasız, elektriksiz ve yakıtsız kalmıştı. Saldırı sırasında şehir nüfusu 3000 kişiden oluşmaktaydı.
1992 yılı 25 Şubat akşamı saat 23’te Ermenistan ordusunun “Artsah Halk Kurtuluş Ordusu” adını verdiği, Dağlık Karabağ’ın silahlı Ermeni çeteleri ve SSCB’den kalma 366. Alay’a bağlı Rus komutan ve askerleri, çaresiz, kaderine terk edilmiş, savunmasız Hocalı halkına saldırdı. Önce 366. alayın top atışları ve tanklarının yardımıyla şehirdeki askerî mıntıkalar ve önemli noktalar dağıtıldı. Şehri koruyan Hocalı halkı son kurşunlarına kadar savaşmaya devam etti. Onlarca insan, akşamdan sabaha kadar savaşarak öldü. Şehrin giriş çıkış noktaları kapatıldı… Sonra bir çıkış yolu bırakılmaya karar verildi… Canlarını kurtarmaya çalışan insanlar bu yolla şehri terk etmek isterken, Ermenilerin tuzağına düşürülerek vahşice katledildiler…
Kayıplar çok vahimdi. Sivil halktan 613 kişi öldürülmüştü. Ölenlerden 63’ü çocuk, 106’sı kadın ve 70’i ihtiyardı… Toplam 239 kişi özel işkence yöntemleri, 487 kişiye ise ağır beden hasarı verilerek katledilmişlerdi. Çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlardan oluşan toplam 1275 kişi rehin alınarak akıl ermeyen işkencelere, hakaretlere maruz kalmışlardı. Bu rehinlerden 1165’i sonradan Ermenilerin elinden kurtarılmıştır. Geriye kalanlardan 68’i kadın, 26’sı çocuk olan toplam 110 kişiyle ilgili hiçbir bilgi bulunmamaktadır.
Hocalı katliamı sırasında 7 ailenin bütün fertleri öldürülmüş, 27 ailenin ise sadece bir ferdi hayatta kalabilmiştir. 230 ailede baba veya anne ölmüştür. 200 kişinin ayağı soğuktan donmuş, gangren olduğu ve tedavisi mümkün olmadığı için kesilmiştir. Bunlar sadece resmi rakamlardır. Oysa tanıkların, gazetecilerin ve hatta bazı Ermenilerin verdikleri bilgilere gore ölü sayısı 1300’den fazlaydır.
Bu facia sırasında Hocalı’da bulunan “Moskovskie Novosti” gazetesinin muhabiri Yuri Pompeyev, gördüklerini bir cümle ile şöyle özetler: “Hocalı’da, sadece cesetler kalmıştı.”
Öldürülmüş insanların kafa derilerinin yüzülmesi, dış organlarının kesilmesi, öldürülmüş bebek ve çocukların gözlerinin tornavida ve b. araçlarla oyulup çıkarılması, hamile kadınların karnı yarılarak çocuklarının dışarı çıkarılması, insanların diri diri toprağa gömülmesi ve yakılması Hocalı soykırımının sıradan, alışılmış sahneleridir… Soykırım mağdurlarının anlattıkları tüyler ürperticidir. Esir alınmış mağdurlardan Seriyye Talıbova başlarından geçenleri şöyle anlatıyor: “Ermeniler bizi bir Ermeni mezarlığına götürdüler. Ahıska Türklerinden dört genci ve üç Azerbaycan Türkünü bir zamanlar Türkiye Türkleriyle savaşmış bir Ermeni’nin mezarı üstünde kurban gibi kestiler… Ermeni askerleri ve eşkıyaları, çocukları, anne ve babalarının gözleri önünde işkence ile öldürdüler. Sonra cesetleri kepçe ile dereye döktüler. Bununla da yetinmeyen Ermeniler, iki genci getirdiler ve onların gözlerini matkapla deldiler…”
Valeh Hüseyinov adlı soykırım mağduru ise yaşadıklarını şöyle anlatmaktadır: “Esir düştüm. Bütün esirlere işkence ettiler. Benim bütün tırnaklarımı çıkardılar, parmaklarımı kırdılar, dişlerimin hepsini kerpetenle çektiler. Amcamı, onun çocuklarını, bütün ailesini vahşice işkencelerle öldürdüler. Ermeniler yakaladıkları insanların başını kesiyor, “Kafasız Türk” diyerek alay ediyorlardı… “
Olay yerine gelerek ilk çekimleri yapan, sonradan Ermeniler tarafından şehit edilen Azerbaycan Milli Kahramanı Çingiz Mustafayev Hocalı soykırımını şöyle anlatıyor: “… Yüzlerce insan cenazesi gördüm… Çoğu, yakın mesafeden kafasına kurşun sıkılarak öldürülmüş 2 yaşından 15 yaşına kadar olan çocuk, kadın ve ihtiyar cesetleri idi… Cesetlerin durumundan da anlaşılıyor ki onlardan herhangi biri karşı koyamamış, kaçmaya yeltenmemişti. Onlar, Ermeniler tarafından son derece soğukkanlılıkla, vahşice katledilmişlerdi…
Soykırımın yapılmış olduğu ve onun izlerini taşıyan yere iki askerî helikopterle 28 Şubat’ta ilk olarak biz geldik. Biz daha havada iken 500 metre civarındaki alanın insan cesetleriyle kaplanmışlığının şahidi olduk…Helikopterden iner inmez Ermeniler üzerimize ateş etmeye başladı. Yanımızda bulunan polisler toplam 4 cenazeyi helikoptere bindirebildiler… Gördüğümüz manzara insanı delirtiyordu. Bir türlü kendimize gelemiyorduk.
Mart ayının 2 sinde yabancı gazetecilerle Oraya geldiğimizde tekrar aynı durumla karşılaştık; ama cenazeler daha kötü hale getirilmişti… Ermeniler, cesetleri utanç verici şekillere sokmuşlardı. Anlaşılıyordu ki, Ermeni cellatları her gün bu vahşilikleri tekrarlamaktan zevk alıyorlardı…”
Yine helikopterle olay yerine gelen ABD gazetecisi Thomas Goltz şöyle demektedir: ” Fotoğrafçı arkadaşım öyle etkilenmişti ki, fotoğraf çekebilmesi için kendisini objelerin üzerine doğru itmem gerekiyordu. Cesetler, koparılmış uzuvlar… Her bakımdan mide bulandırıcıydı… Bazı cesetlerin cinsiyetini anlamaya çalıştım ama yüzleri parçalanmış, tanınmayacak halde olanlar vardı. Bazılarının kafa derileri yüzülmüştü.”
Ağdam’a getirilmiş ölülerin sayı hesabı yoktu. Pascal Privat ve Steve Le Vine tarafindan hazirlanan haberde ise şöyle denmektedir; Azerbaycan yine bir morgun mahzeni gibiydi; bir caminin arkasına gecici olarak kurulmuş morga, sürüklenerek getirilmis düzinelerce ceset ve onların başında yas tutan mülteciler vardı… Bunlar 25 ve 26 Şubat tarihinde Ermeni kuvvetleri tarafindan istila edilen, Yukarı Karabağ bölgesindeki Hocali köyünden Azerbaycanlılardı. Cesetlerin coğu, kaçmaya calışırken yakın mesafeden vurulmuştu… Bazılarının yüzleri paramparca idi, kafa derileri yüzülmüştü…”
Başka bir gazeteci, Rusyalı savaş mühabiri Yuri Romanov gördüklerini şöyle anlatıryor.
“Altı yaşında, kafası sarılı bir kız çocuğu gördüm… Sargı, çocuğun her iki gözünü kapatmış şekilde sarılıydı. Kameramı kapatmadan ona doğru eğildim:
– Neyin var tatlım?
– Gözlerim yanıyor. Gözlerim yanıyor. Amca… Gözlerim yanıyor!
Doktor sırtıma elini vurdu.
– Gözleri kör olmuş. Onun gözlerinde sigara söndürmüşler… Bize getirdiklerinde gözlerinin içinde sigara izmaritleri vardı.
Orada şahit olduklarımı, gözlerimin gördüklerini ve kulaklarımın duyduklarını dilim ifade edemiyor.”
Ermeni faşizminin fikir babalarından olan Zori Balayan 1996 yılında Ermenice yazdığı ‘Ruhumuzun Canlanması’ adlı kitabında yaptığı insanlık dışı uygulamaları şöyle anlatılıyor: “Arkadaşım Haçatur’la, zapt edilmiş evlerden birisine girdiğimizde bizim askerlerin 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilediklerini gördük. Haçatur, çocuğun bağırmaması için annesinin kesilmiş göğsünü onun ağzına soktu. Sonra ben bu Türk çocuğuna onun dedelerinin bizim dedelerimize yaptıklarını yaptım. Onun karnının, başının, göğsünün derisini soydum. Saatime baktım. Çocuk 7 dakika sonra kan kaybından yaşamını yitirdi. Sonra Haçatur çocuğun cesedini doğradı ve onunla aynı kökten -Türk-kökünden olan köpeklere attı. Akşam aynı şeyi 3 Türk çocuğuna daha yaptık. Kendi halkımın öcünü aldığım için ruhum mutlulukla dolmuştu.”
Ermenilerin Hocalı’da yaptığı bir soykırım değildir… Kelimelerle ifade edilemeyen, soykırımdan dahada öte bir şeydir… Öldürülmüş insanların kafalarına kurşun sıkmak, derilerini yüzmek, parçalamak…. Ve tüm bunlardan zevk almak eylemleri karşısında soykırım ifadesi çok hafif kalır.
Hocalı soykırımından sonra Azerbaycan’ın Karabağ ve çevresindeki diğer bölgelerde işgal edildi… 8 Mayıs Şuşa, 18 Mayıs Laçın, 2 Ekim Hocavend… 1993 2 Nisan Kelbecer, 17 Haziran Ağdere, 23 Temmuz Ağdam, 23 Ağustos Cebrayıl ve Füzuli, 31 Ağustos Kubadlı, 29 Ekim Zengilan… Karabağ savaşının bilançosu çok ağırdı. Bu gün Dağlık Karabağ ve çevresindeki 7 ili dahil, Azerbaycan topraklarının yüzde 20’si Ermenistan ordusunun işgali altındadır. Bir milyon Azerbaycan Türkü topraklarından kovulmuş, 20 binden fazla Azerbaycanlı katledilmiş, 50 binden fazla kişi sakat kalmış, 4 binden fazla kayıp, esir ve rehinler, 877 şehir, köy ve kasaba yağmalanmış, dağıtılmış yakılıp yıkılmıştır… Çarlık Rusya döneminden günümüze dek Kafkaslarda Ermenilerin uyguladığı soykırım cinayetleri ile 1.5 milyon Müslüman ve Türk katledilmiş, coğrafi ve yerleşim birimleri adları değiştirilmiş, tarih ve kültür abidelerimiz, camilerimiz, mezarlıklarımız yerle yeksan edilmiştir.
Dönemin Ermenistan Savunma Bakanı, Ermenistan’ın bugünkü Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’a Hocalı Soykırımı’yla ilgili bir gazetecinin sorusuna şu yanıtı vermiştir: “Biz bu konuda yüksek sesle konuşmak istemiyoruz. Hocalı’ya kadar Azerbaycan bizim sivillere saldıramayacağımızı düşünüyordu… Fakat Hocalı’da biz bu kalıbı kırdık.”
Maalesef bunca somut deliller, belge ve bilgiler ortadayken dünya kamuoyu ve uluslararası kuruluşlar hala Ermeniler konusunda taraflı bir tutum sergilemeğe devam etmekteler. Konuya ilişkin BM in aldığı kararlar hala da kağıt üzerinde kalmakta ve uygulanmamaktadır. Sorunun çözümü için oluşturulmuş AGİT Minsk grubunun yıllar boyu devam eden faaliyetleri hiçbir sonuç vermemektedir.
Karabağ’ın işgalinden neredeyse 20 yıl geçti. 20 kocaman yıl… Ateşkes devam ediyor. Tek hedef doğduğumuz topraklarımızı unutturmak, bizleri yormak, yıldırmak…
Maalesef Karabağ, Hocalı ilk ve son değildir. Düşman işbaşındadır ve sinsi planlarını uygulamağa devam etmektedir. Dün Zengezur, İrevan, bugün Ağdam, Karabağ, yarın Kars, Ağrı, Ardahan…
“Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez…”
Elnur Paşa