Ermenistan tarih boyu Kafkasya devletlerinin ve halklarının çıkarlarıyla uzlaşmayan ve çoğu zaman bu çıkarlara karşıt bir tutum takınmaktadır.
Bunun da bir takım nedenleri vardır. Öncelikle Ermenistan coğrafi olarak kapalı bir devlettir. Denize çıkışı olmadığı gibi denizlere ve önemli ticari merkezlere olan bağlantıları da güçlü değildir. Bunu göz önünde bulunduran Ermenistan bu konumunu, jeopolitik konumu daha iyi olan komşularına karşı ithamlarda bulunmak suretiyle kuvvetlendirmeye ve açığını kapatmaya çalışmaktadır. Bunun için de komşu devletlerin toprak bütünlüğünü tehdit eden ve bölgedeki istikrarı bozmayı hedefleyen çok tehlikeli yöntem olarak kendi milli ideolojilerinin de temelini oluşturan Hai-Tahd doktrinine sıkı şekilde sarılmıştır. Türkiye ve Azerbaycan hedefte olan ülkeler sırasındadır. “Büyük Ermenistan” uğruna her iki devletten toprak koparmak için ilk olarak tarihin tahrif edilmesi ve mitoloji düşüncelerin oluşturulması Ermenilerin öncelikli planları dahilindedir. Gerçekten de genel olarak baktığımızda, ideolojiler öngördükleri programları uygulamak için bazı araçlara – kuvvete (yani şiddet ve zor kullanmaya) sahip olmak zorunda olsalar da, açıklamalarda bulunmak için mitlere (efsanelere) de müracaat ederler. Mit olayların geçmişte nasıl olduğunu veya ileride nasıl olması lazım geldiğini gösteren zihni bir tasavvurdur (1, s. 278). Herhalde yeryüzünde Ermeniler kadar kendi tarihlerini efsanevi unsurlarla süsleyen ikinci bir millet yoktur. Onlar kendi tarihlerini gördükleri gibi değil, görmek istedikleri gibi yazmış ve bunun propagandasını yapmışlardır. Kendi tarihlerini daha da eskilere götürerek dünya medeniyetini, yazıyı, astrolojiyi, bakır ve demir madenciliğini kendilerinin keşfettiğini ve dünyada insan hayatının Sevan Gölü (asıl ismi Türkçe olan Gökçe gölü) kıyılarından başladığını iddia etmekte (12) ve ayrıca Hıristiyanlığı ilk kabul eden topluluk olarak övünmektedirler (10).
Hai-Tahd ideologlarından olan ve aşırı milliyetçi görüşleri ile tanınan Ermeni yazar Zori Balayan “Oçaq” isimli kitabında daha da ileri giderek, Nuh Peygamberin Ermeni olduğunu ve Ermeni dilinde konuştuğunu iddia etmektedir (7, s. 30).
Tabii ki, bu tür iddialar bilim adına hiçbir gerçeği kendinde yansıtmamaktadır. Bütün bunlar mitolojik hayallere dayanan gerçekdışı iddialardır. Meseleye dini açıdan bakarsak, Adem Peygamber tüm insanlığın ilk atası sayıldığı gibi, Nuh Peygamber de insanlığın ikinci atası sayılır. Böyle bir durumda, herhangi bir milli kimlik söz konusu bile olamaz. Eğer Hz. Nuh Ermenilerin de iddia ettikleri gibi Ermeni’dirse, o zaman akla ilk gelen düşünce budur: tüm insanlık Ermenilerden türemiş ve bütün diller Ermeni dili esasında şekillenerek, sonradan deformasyona uğramıştır.
Diğer bir mitolojik tasavvur “Ermeni soykırımı hikayesi”dir ki, bu da Ermeniler tarafından efsaneleştirilmiştir. Kendilerini Nuh’un torunu olan “Haykın çocukları” olarak tanımlayan Ermeniler bu soykırım hikayesini Nuh Tufanı’yla özdeşleştirmekte ve Tanrı tarafından “seçilmiş millet” olduklarını öne sürmektedirler. İddiaya göre, Tufan olayından sonra ermenilerin ne kadar azimli bir halk oldukları ortaya çıkmıştır. Yani Tanrı onları Nuh Tufanı ile sınava çekmiş, Ermeniler de bu sınavdan başarıyla çıkmışlar. İddiaya göre, birinci sınavı başarı ile geçen Ermenileri Tanrı ikinci kez sınava tabi tutmuştur ki, bu da efsaneleştirilen “Ermeni soykırımı hikayesi”dir. Ermeniler arasında yaygın olan inanışa göre, birinci felaket Tufan’dırsa, ikinci felaket de Türklerdir. Sözkonusu yaklaşıma göre, Türkler bir doğal afetin gördüğü işlevi yerine getirmekte, bir insan topluluğu olmaktan çok bir tür “yaratık”, her türlü kötülüğü yapabilecek bir yaratık olarak algılanmaktadırlar (4, s. 41). Bu tür yaklaşımı ortaya atılmasında Ermeni Kilisesi’nin olduğunu özellikle vurgulamamız gerekiyor. Seküler alanda daha aktif bir aktör olarak yerini alan Kilise tarafından Ermenilerin bilinçaltına yerleştirilen düşünceye göre, Ermeniler nasıl Tufan’da yok olmamış ve ardından tüm dünyaya yayılarak anavatanlarına geri dönme gücünü bulmuşlarsa, 1916 olaylarından sonra da hayatta kalmayı başarmışlardır (5, s. 103).
Amerikalı bilim adamı Samuel A.Weems: “Ermeniler Hıristiyan dünyasının içinde sık-sık masallar anlatarak kendilerinin İsa yolunda çilekeş millet olması konusunda fikir oluşturmak istemişler. Bu günlerde Ermenilerin anlattığı masal 20. yüzyılın ilk soykırım – 1915 yılında güya 1,5 milyon civarında atalarının Türkler tarafından katledildiği masalıdır” diyerek bu konuyu açıkça ortaya koymaktadır (6, s. 62).
Yazar bir başka yerde Ermenilerin sahtekarlıklarını ortaya koymaktadır. Ona göre: “…Ermenilerin iddiasına göre, guya onların 1,5 milyon kadar ataları öldürüldükden sonra çok iyi Hıristiyan olmaları sebebiyle İisus gibi zuhur etmişler. Her şey bir tarafa, Ermeni liderleri hayali genosidi “çarmıha gerilme”, yeni Ermenistan Cumhuriyeti’nin kurulmasını ise İisus gibi “zuhur etmek”le kıyaslamaktadırlar. Bu sahtekarlıktır!…” (6, s. 177).
Samuel A. Weems onları sahtekar adlandırsa da, Zori Balayan’ın yaklaşımı oldukça ilginçtir. Balayan dünyada sadece Ermenilerin yakalanmış olduğu bir hastalıktan bahsetmektedir: “Hatta doktorlar bile bu hastalığa teşhis koyamıyorlar. Bu, soykırıma uğramış Ermenilerin hastalığıdır. Bu hastalığın tedavisi için Türkiye soykırım yaptığını kabul etmeli ve Ermeni halkından özür dilemelidir. Başka bir seçeneği yoktur” (7, s. 289). Kuşkusuz, Türkiye’yi özür dilemeye zorlamakta amaç gelecekte Türkiye’den tazminat almak ve geniş topraklar elde etmektir. Bu tür asılsız iddialardan yola çıkan Ermeniler sadece Türkiye’nin Doğu Anadolu illerini değil, Azerbaycan’ın Nahçıvan, Karabağ gibi bölgelerini de kendi topraklan olarak görmektedirler. “Büyük Ermenistan” düşüncesi, Ermeni halkının toplumsal-politik hayatının ana çizgisini oluşturmuş, fanatikçe milli duyguya dönüşmüş ve bütün güçler bu amaç uğruna birleştililmiştir. Ermenistan’ın kendilerine ait olmayan toprakları zorla komşusu Azerbaycan’dan koparmasına bu şekilde hak kazandırmasını da bu şekilde yorumlamak mümkündür.
Sadece Azerbaycan topraklarına değil, Gürcistana yönelik iddialar da Ermeni Ulusal ideolojisinin temel hedefleri içerisindedir. Gurcistan’ın Cavahetya bölgesindeki abidelerin tümü Ermeni abideleri olarak sunulmaktadır. Rus yazar V.L.Veliçko Ermeni milletçilerinin Gürcistan’a yönelik yayılmacı çabalarına ilişkin tespitlerini şu şekilde ifade ediyordu: Gürcülerin tarihi ve mimari abideleri mahvedilerek eski Gürcü yazıları Ermeni yazılarıyla değiştirilmiş, Ortodoks mabetleri Ermenileştirilmiş, Gürcü ikonları çalınarak Ermeni mabetlerine götürülmüştür (8, с. 68).
Bu yayılmacı hareketler komşu ülkeye yönelik iddiaların alt yapısını hazırlamıştır. Ermeniler tarafından öne sürülen avantürsit düşüncelerin propagandandası ile ilgili klasik örneği ünlü Gürcü yazar İlya Çavçadze “Taşların feryadı” isimli eserinde açık şekilde vermiştir: “… Sonuncu savaş zamanı 1877 yılında Fransız gazetesi “Temps”, bizim memlekete Kutulu adlı bir gazeteci göndermişti…Dikkat ediniz, bize gelirken kimlerin eline düştüğü konusunda Kutulu ne yazıyor? Balta istasyonu yakınlarında önceden planlanmış şekilde onu Şuşalı bir Ermeni subayı karşılıyor. O, Fransız gazeteciyi kendi arabasında Tiflis’e götürüyor ve gelirken yolda geleneklerin, törenlerin, şehirlerin, bayramların Ermenilere ait olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Çok ustaca tuzağa düşürülen Fransız gazeteci ne yapabilirdi? Her şey Ermenilerinki olmuştu: Parlamento Ermenilerin, filozoflar Ermenilerin, yemekler, ziyafetler, bayramlar Ermenilerin… O zaman Tiflis neresidir? Tabii ki, burası da Ermenilerindir ve Tiflis de eski Ermeni şehridir. Ustalıkla aldatılan yabancı başka sonuç çıkarabilirmiydi? Ermenilerin misafirperverliğine hayran kalan Fransız gazeteci Kutulu, Tiflis’ten ayrılmadan önce bunları dile getiriyor: “Büyük ihtimalle, Adem peygamber de Ermenistanlıdır?!”. Böylece, Avrupalı gazeteciyi inandırmışlardır ki, Gürcistan Tiflis de dahil olmak üzere Ermenistan’a aittir ve bu haberi etkili gazete olan “Temps” aracılığıyla bütün dünyaya duyurmuşlardır… (9, с. 39-43).
Üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen Ermeniler bugün de aynı psikoloji, aynı mitolojik düşüncelerle yaşamaktadırlar. Genel olarak ele alırsak, tarihten beri süregelen savaşların benzer bir yönü bulunmaktadır ki, bu da psikolojidir. Bu etken çatışmaya giren fertlerin motivasyon ve niyetlerinin öğrenilmesini ön plana çıkarmaktadır. Herhangi bir saldırı söz konusu olunca temel unsur olan “Frustrasyon” (yani aldatma, başarısızlık) ihtimali de ön plana çıkıyor. Frustrasyon psikolojik bir durumdur ve herhangi önemli bir amaca ulaşılamadığı zaman baş gösteren üzüntü sonucu beliriyor. Frustrasyona olan tepki istek ve hayal dünyasına kapılmada, davranışta baskıya geçmede kendini gösteriyor. Ermeni halkının amacı ve ihtiyacının ne olduğu yukanda belirtilenlerden anlaşılır. Rus yazar Svetlana Lurye, “Rusya Ermenilerinin toplumsal bilincinde” isimli makalesinde yazıyor: “… genellikle Ermenilerde realizm değil, idealizm kazanıyor. Realizm ile idealizm arasındaki mücadele Ermenilerde iç etnik çatışmaların geleneksel mekanizmasıdır. Bu, gerçeklikle mücadeledir. Ermeniler bu gerçeklikte ne yaşaya, ne de buna dayanabilirler..”. (13).
Ermeni yazar Grant Matevasyanın da düşünceleri çok ilginçtir: “… biz hem kendimizi, hem de halkımızı aldatmalı ve yenilgiyi asla kabullenmemeliyiz…” (13).
Bu iddialar aynı zamanda Ermenilerin etnopsikolojik travmasının da bir ürünüdür ve onun teorik esasını kendi milli güvenlikleri için başlıca tehdit olarak kabul edilen “komşularından duyulan korku” oluşturmaktadır ki, bunun da asıl nedeni Ermenilerin tarih boyu milli devletlerinin olmamasıdır. Genel olarak etno-psikolojik travma durumunu kendine özgü bir şekilde değerlendiren Prof. Vamık Volkan şöyle bir izah vermektedir: “…Milletlerin kimliyinde geçmişte elde ettikleri başarılar ve karşılaştıkları trajediler büyük rol oynamaktadır. Bunlar “seçilmiş olan zihinsel psikolojik travmalar ve zaferler ”dir. Bazı milletler seçilmiş olduklarını düşünerek tarihi gerçeklerden uzaklaşmakta ve mitolojiye yönelmektedirler. Mitolojik düşünceler sık-sık hatırlanmakta ve kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır… (11).
Ermenilerin geçmişlerinde kazandıkları başarılar olmasa da, onlar kendi kimliklerini korumak için mitolojiye dayanmakta ve kendilerini buna inandırmaktadırlar. Bu bakımdan Ermenilerde böyle bir zihinsel psikolojik travma görülmektedir. Onlar kendilerini kurban edilen millet olarak düşünmektedirler. Yani Ermeniler “zavallı ve iyi”, Türkler ise “kötü ve insanlıktan uzak yaratıklardır”. Dolayısı ile “kurban edilen Ermeniler” Türkler tarafından soykırıma insafsızca uğradıklarına inanmaktadırlar. Diğer bir ifadeyle, Ermeni kimliği “iyinin kötü tarafından yok edilmesi” denklemine oturtulmuştur (2, s. 374).
Radikal Ermeni milliyetçileri üzerinde hakim olan mitolojik düşüncenin ortaya koyduğu bakış açısına göre, her bir cinayet ve dökülen kan hak ve adaletin gerçekleştirilmesi amacıyla makbul ve mümkün araç gibi benimsenmektedir. Ermeni ideologlarından Grant Markaryan şunları ifade etmektedir: “Dünyada yasalar değil, güç egemenliği geçerli olduğu süre zarfında Taşnaksütyun politik ve ideolojik hareketin yanısıra, yasal ve devrimci güç olarak varlığını sürdürmek zorundadır” (3, s. 44).
Bunu diğer Taşnaksütyun ideologlarından Eduard Oganesyan’ın yaklaşımlarında daha açık görmek mümkündür: “Adalet kutsal bir değer kadar daima yasadan yüksekte durmaktadır. Bu kutsal değerin gerçekleşmesi için yasaları dikkate almamak, hatta gerekirse kaba kuvveti ile ortadan kaldırmak mümkündür” (3, s. 44).
Hiç kuşkusuz kastedilen mesele, Hai-Tahd doktrinin esasını teşkil eden ve de Ermeniler tarafından iddia edilen “kaybedilmiş toraklar”dır. Ermeni milli ideolojisinin asıl amacı, “kaybedilmiş topraklar”ın iadesi olunca, “tarihi Ermeni topraklarını işgal edenler” adaletsizlik yapmış oluyorlar. Bu toprakların iadesi için seçilen en uygun araçlar da silahlı mücadeleler, devrimler, terör ve cinayetlerdir. Fakat uluslararası hukuk ve yasalar, sınırların kaba kuvvetle değiştirilmesini yasaklar ve toprak işgallerini kabul etmez.
“Kaybedilmiş topraklar” sorunu Ermenileri dış dünyayı kendi komşularına karşı düşman tutum takınmaya itmektedir. Ermeni milli ideolojisine göre, Ermenilerin “kaybedilmiş topraklar”ını elde etme çabalarına engel olmak haksızlıktır. Bu tür bir engelle karşılaşma, “dış güçlerin kurbanı” anlayışını ortaya çıkarmaktadır. Son yüzyıl boyunca Ermeniler bu anlayış içerisinde eğitilmiş, yani “kaybedilmiş topraklar” ve “dış saldırıların kurbanı” söylemlerine kendilerini inandırmış ve bunları yeni nesillere aşılamaktadırlar. İddia edilen “kaybedilmiş topraklar” kavramı Türkiye’nin doğu bölgelerini, Azerbaycan’ın Nahçıvan, Dağlık Karabağ ve Kura nehrine kadar olan bölgeleri, Gürcistan’ın Borçalı ve Cavahetiya bölgelerini kapsamaktadır. Ermeniler tarafından yapılan katliamların nedenini de bu iddialarda aramak gerekir.
Ermenistanın dış politikası yanlış hesaplamalar üzerinde kurulmuştur ki, bu da Ermenistan hükumetinin kendisinin dış politikasına yeteri kadar hakim olamaması, daha kesin bir ifadeyle tam bağımsız olamaması ile bağlantılıdır. Onlar varılması mümkün olmayan hedeflere varmak için çırpınarak bölgede istikrarı bozmaktadırlar. Sonuçta Ermenistan komşu devletlerle samimi ilişkilerden uzaklaşarak büyük devletlerin baskı aletine dönüşmüştür. Aslında bu durumu Ermenistan’ın bazı liberal politikacıları tespit etseler de, mevcut durumu lehlerine değiştirebilecek gücü kendilerinde bulamıyorlar. Kendi gücünü, hedeflerini, dostlarını ve düşmanlarını tam olarak tespit edemeyen Ermenistan komşu devletlerle nasıl bir ilişki kuracağını anlayamıyor. Sonuçta “Büyük Ermenistan” hayali ile yaşayan Ermenistan Cumhuriyeti büyük güçlerin yararlandıkları baskı aleti misyondan kurtulamıyor. Eğer “Büyük Ermenistan” yaratmak Ermeni halkının milli ideali olarak kalırsa, o zaman bölgede hiçbir zaman daimi barış, güclü ekonomi ve samimi işbirliği olmayacak, hep çatışma hüküm sürecektir.
Kaynakça
- Daver Bülent. Siyaset Bilimine Giriş. Ankara: Siyasal kitabevi, 1993, 304 s.
- Gül Nazmi, Ekici Gökçen. Azerbaycan ve Türkiye ile bitmeyen kan davası ekseninde Ermenistan’ın dış politikası // Avrasya Dosyası, Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Dergisi, Azerbaycan Özel. Ankara: 2001, cilt:7, sayı:1, s. 367-392
- İbrahimli Haleddin. Değişen Avrasya’da Kafkasya. Ankara: ASAM yayınları, 2001, 96 s.
- Laçıner Sedat. Türkiye-Avrupa ilişkilerinde kültür ve medeniyet: tarihsel ve ideolojik kökenler // Liberal Düşünce Dergisi‚ 1999, cilt: 4‚ № 13, s. 39-57.
- Laçıner Sedat. Ermeni iddiaları ve terör / Ermeni sorunu el kitabı. Ankara: Ankara Üniversitesi basımevi, 2003, s. 95-122.
- Weems S. A. Ermenistan – terörist “Hıristiyan” ülkenin gizlinleri. Bakı: OKA Ofset Azerbaycan-Türkiye NeşriyatPoligrafi şirketi, 2004, 386 s.
- Балаян З. Г. Очаг. Ереван: Советакан грох, 1984, 424 c.
- Величко В. Л. Кавказ . Русское дело и междуплеменные вопросы. Баку: Элм, 1990, 224 с.
- Чавчавадзе И. Г. Армянские ученые и вопиющие камни. Баку: Элм, 1990, 128 с.
- Шагинян М. Важное событие истории. “Литературная” газета, 1978, 13 сентября
- Vamık Volkan. Center for Development Research (ZEF Bonn): Facing Ethnic Conflicts, 14-16 December 2000. http://www.zef.de/ download/ethnic_conflict/ volkan.pdf
- Kolıbel Çeloveçestva na Teritorii İstoriçeskoy Armenii: http://www. azg. Am/ RU/ 20020108/ 2002010817. shtm
- Светлана Лурье. Россия в массовом сознании Армян. http//www.polit/ru
Doç. Dr. Emin ŞIHALİYEV
Tarih Bilimci
Dergi “İrs-Miras”, № 5, 2013, s.58-63